• Benim güzel ve büyük hatam

    Esenlikler! Bu yazımda 2011-2012 yılları arasında yapmış olduğum bana pahalıya patlayan o aptal yatırım kararımı anlatacağım. Başarıları, öğrenilen teorik ve pratik bilgileri anlatmak o kadar kolay ki, ben bile yazarken bazen eskiden yaptığım hatalarımı unutup bu öğrendiklerimi bedavaya öğrenmiş gibi hissediyorum, sonra da bir anda aklıma geliyor bildiklerimin bana ne kadara mâl olduğu. Hisse senedi seçerken ne yapılmaması gerektiği ile ilgili samimi bir yazı.

    Okumuş olduğunuz twitter fenomenleri, bloggerlar hatta büyük yatırımcıların bazıları dahi TEDx konuşmacısı edasında sizlere her gün dersler vermekte, analarının karnından nasıl da yatırımcı olarak çıktıklarını ispatlarcasına büyük lâflar etmekteler. İşin iç yüzü inanın hiç de öyle değil.

    Bu yazı da aslında borsaya yeni başlamış hatta yıllarca içinde olsa dahi akıllanamamış yatırımcılara kendi yaptığım o güzel hatayı anlatarak biraz olsun hepimizin insan olduğunu, ancak hatalardan ders alarak daha iyi olabileceğimizi hatırlatacak. Daha da önemlisi bazen iyi ya da kötü İngilizce’de confirmation bias diye geçen Türkçe’de de tam karşılığı olmasa da önyargı adı verilen lanet şeyin bizi hangi hatalara sürükleyebileceğini yaşadığım hikâyeden yola çıkarak anlatacağım.

    Benim güzel ve büyük hatam

    2010 yılında aktif olarak yatırım yapmaya başlayalı 5-6 sene olmuştu, 2008 krizi sonrası kazanmış olduğum bedavadan paraları nerelere saçsam da rahatlasam diye düşünürken borsada bir daldan bir dala atlıyordum, kimi zaman derslerden bunalıp günlük tradeler yapıyor kimi zaman da bilançolara göz ucuyla bakarak küçük ama potansiyeli büyük şirketler arıyordum.

    O günlerden birinde henüz 2010 Mayıs ayında halka açılmış olan Mango Gıda isimli şirketin mali tabloları gözüme çok hoş göründü, kârı iyiydi, henüz küçük bir şirketti, patronları hamallıktan gelmiş koca bir şirket kurmuştu üstelik de ihracat potansiyeli yüksekti! Patronların demeçleri, şirketin son 2-3 yılda yaşadığı büyüme atağı beni çok etkilemişti. Daha sonra ise bu potansiyelli! şirkete yatırım yapmaya başladım, bir yandan da sürekli olarak şirketle ilgili haberleri, patronları takip ediyorum.

    Caffefour’la, Bimaş ile yapılan anlaşmalar, Rusya’ya yapılacak ihracat anlaşması, yeni soğuk hava depoları derken ben iyice gaza geliyor ve babamı da ikna edip Türk Traktör’lerinin bir kısmını sattırıp Mango Gıda aldırıyorum.

    Biz aldıktan kısa bir süre sonra bedelsiz sermaye artırım haberi geliyor ve bildiğiniz üzere küçük yatırımcının çok sevdiği bu anlamsız bedelsiz haberi hisseyi 2.5 liralardan 5 liralara götürüyor, bense bu sırada sevinçten yerimde duramıyor, kısa sürede kazandığımız bu şans eseri kazanç ile ne kadar da iyi bir yatırımcı ve hisse seçici olduğumu düşünüp kendimle övünüyorum. Hani şu bir hisse yükselişi ile orada burada hava atan küçük borsacı fenomenler gibi. 🙂

    Şirketin her şeyine o kadar hakimim ki patronların çocuklarına kadar sosyal medya vasıtası ile neler yaptıklarını takip ediyorum. Patronun vasıfsız oğlunun aldığı BMW, şirketin alacaklı olduğu şirket sahiplerinin facebook hesapları, bu kişilerin patronlarla arkadaş oluşları vs. bunları görmezden geliyorum.

    Confirmation Bias

    Yazının başında bahsetmiş olduğum confirmation bias tam da burada devreye giriyor. Öncelikle confirmation biası kısaca açıklamamda fayda var.

    Confirmation bias kısaca, daha önce kafanızda oluşturmuş olduğunuz çeşitli yargıları destekleyici yeni bilgilere önem verip kafanızdaki yargılara ters gelen bilgileri görmezden gelme diyebilirim.

    Ben de Mango Gıda’ya o kadar aşık olmuştum ki şirketle ilgili güzel haberleri kafamda büyütüp, patronların gözümün önünde çevirdikleri oyunları görmezden geliyordum. Altı üstü bir hisse senediydi ama çoktan nikâhıma almış gibiydim!

    Neydi bu oyunlar?

    -Öncelikle şirket halka açıldıktan kısa bir süre sonra Carreffour anlaşmasını duyurmuş, hisse hareketi ile beraber patronlar hisselerinin bir kısmını satmıştı.

    -Daha sonra bedelsiz haberi ile beraber hisse 2.5 liradan 5 liralara gidince patronlar yüklü satımlar yapmıştı. Tabi ben bu sırada şirketin ne kadar da potansiyelli bir şirket olduğunu aslında ederinin çok daha fazla olduğunu düşünüyordum, patronlardan akıllıyım ya!

    Ardından hisseler hızla düşmüş maliyetimize gelmişti, biz tabi 5 liradan satmadığımız hisseleri 2.5 liradan mı satacağız diye ego yapıp hisseleri elimizde tuttuk. Ardından hisse senedinde yüklü alım yapan biri -ismini vermiyorum- patronlara dava açtı ve hisseleri ne hikmetse aldığı fiyattan blok hâlinde sattı! Dava da geri çekildi muhtemelen…

    2012 yılında ben askerdeyken artık şirket zarar açıklamaya başlamış, şüpheli alacaklar şüphesiz alamayacaklar olmuştu. 🙂

    Daha da fazla detay merak edenler kısa bir google araştırması ile detayları öğrenebilir ve göz göre göre yaptığım salaklığa daha fazla şaşırabilirler. 🙂

    Kol kesiş

    Askerdeyken hisse bölünmüş fiyatı ile 1 liranın altına gelmek üzereyken -maliyetimiz 1.60- sevgili dostum beni aradı ve tahtanın sıkıntılı bir durumda olduğunu belirtti ben de babamı arayıp tüm hisselerimizi sattırdım, bizim satışımızla 1 liranın altına yıkılan tahta daha sonra kuruşlara ondan sonra da tahtanın kapanması süreci ve iflas sürecine kadar gitti. Dediğim gibi detaylar internette. 🙂

    Hatanın güzeli mi olur?

    Şimdi ben bu hatamı neden her yerde “güzel ve büyük hatam” diye anlatıyorum? Neden bunu sizlere anlattım?

    Çünkü benim bu hataları yapmam beni şu anda bulunduğum noktaya getirdi, artık ayakları yere daha sağlam basan, ne yapması gerektiğini az çok bilen en önemlisi de bu yaptığım hatadan sonra bir daha böyle bir “kazık” yemediysem bu hatayı yaptığımdan dolayıdır.

    Bu yüzden bu hata benim için paha biçilemez bir hata. Belki o zaman kaybettiğim ve babama da kaybettirdiğim binlerce lira bana çok koymuştu fakat o günden sonra şimdiye kadar kaybetmediğim ve ileride muhtemel olarak kaybetmeyeceğim çok daha fazla paramı/paramızı kurtarmamı sağlamıştır. Kim bilir finansal bağımsızlığımı da bu hatam sayesinde kazanmışımdır!

    Hatalardan ders çıkarmak güzel, bu hataları hiç utanmadan sıkılmadan anlatmak da çok güzel, çünkü genel olarak yatırımcı ya da yatırımcı adaylarından aldığım mesajlarda gördüğüm insanların hata yapmaktan çok korkmaları ve “armut piş ağzıma düş” mantığı ile hazır bilgi edinme peşinde koşmaları oluyor. Bu şekilde hiçbir “bedel” ödemeden edinilen bilgi uzun vadede size gerçek fayda sağlamaz.

    Bazen gerçekten ders çıkarmanız için o musibeti yaşamanız gerekiyor ki kafanıza derin derin kazınsın.

    Ne demişler? Bir musibet bin nasihatten iyidir, korkmayın hata yapın!

    Son olarak 2012 yılındaki “bana” biraz daha gülmek isterseniz o şirket patronlarının fotoğraflarına bakabilirsiniz. 🙂

    Sevgiler,

     

  • Finansal bağımsızlık yan gelip yatma yeri mi?

    Finansal bağımsızlık denildiği zaman akla hemen her şeyden el etek çekip bir sahil kasabasına yerleşmek geliyor değil mi? Finansal bağımsızlığını kazanmış bir çok kişi de işi gücü bırakıp ucuz bir ülkede yaşamaya, ya da harcamalarından kısarak sade bir hayatla yoluna devam ediyor. Bu yazıda benim finansal bağımsızlık anlayışımı yazacağım.

    Yazıyı okumadan önce finansal bağımsızlık hakkında fikir edinmek isterseniz daha önce yazmış olduğum yazıya göz atabilirsiniz. Ağustos 2018’de Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birindeki işimden istifa edip 6 yıllık kariyerimi sonlandırdığım finansal bağımsızlık serüvenimin başlangıcını da ayrıca yazmıştım.

    Öncelikle kendi finansal bağımsızlık serüvenimde kaldığım yerden sonra kısaca neler yaptım özet geçmek isterim :

    Para yakışlarım

    Aradan geçen 7 ay boyunca yaptığım finans yüksek lisansı ile bildiklerimin üstüne çok daha fazlasını ekledim hatta bildiğim onca şeyi aslında bilmediğimi gördüm.

    Bu süre zarfında eğitim ücreti, yol masraflarım, daha önce yatırımlarım için çekmiş olduğum kredi geri ödemeleri, kişisel harcamalarım da dahil olmak üzere ortalama aylık 10.000 TL gibi bir miktarı hisse satarak karşıladım. Toplamda ham giderlerim 70.000 TL gibi bir miktar olsa da bir de bu parayı çekmeseydim bu parayla kazanabileceğim paralardan da feragat ettiğim -bu feragat edilen kısma literatürde “opportunity cost” yani fırsat maliyeti deniyor- kârları da düşünürsek maliyetim epey artmış oluyor.

    Peki bugün yerinde harcanan para gelecekten çalar mı?

    Açıkçası daha önceleri de hiç bir zaman para biriktirip bununla yatırım yapacağım diye herhangi bir şeyden kendimi mahrum bırakmadım, bir çok ülke, şehir dolaştım, herhangi bir şekilde çok para gider korkusuyla iyi bir restoranda yemek yemekten geri kalmadım, sanırım biriktirdiklerim kadar fuzuli harcadıklarım da olmuştur. Ama buna gücüm varken lüks yaşamı, sürekli harcamayı, her gün iyi yerlerde yemeyi, araba sahibi olmayı otobüsle ya da yürüyerek gidebileceğim yerlere taksiyle gitmeyi tercih etmedim. Bu yüzden şu ana kadar yaşadıklarımdan da biriktirdiğim paralardan da mutluyum. Geriye dönüp baktığımda sanırım finansal bağımsız biri olmak için optimum bir hayat neyse bence ben şu ana kadar onu yaşadım.

    Finansal bağımsızlık için aç mı kalmak gerek?

    Finansal bağımsızlıkla ilgili blog yazan yurt dışındaki insanların yazdıklarını okurken çoğunun ileride emekli olabilmek için bugün yediği yeme alışkanlıklarını dahi değiştirdiğini görüyorum. Bir çoğu gününü makarna yiyerek geçiriyorlar. 🙂

    Buna saygı duymakla birlikte bazı şeylerden bu yaşta alacağım tat ile 10 sene sonrasında alacağım tadın farklı olacağını biliyorum. Bu yüzden bir an önce “emekli” olayım diye acele edip hayat standartlarımı düşürmedim. İşi bırakıp yüksek lisansa başlayınca da hayat standartlarımı aynen devam ettirdim.

    Bugün baktığımda harcamış olduğum 70.000 TL ciddi bir miktar gibi gözükse de kendime yaptığım yatırım açısından bu paradan çok faha fazla geri dönüşü alacağımdan adım gibi eminim, bu yüzden mutluyum.

    Finansal bağımsızlık : Emelilik mi, özgürlük mü?

    İşimi bırakmaya karar verirken önümde iki yol vardı, ya herşeyi bırakıp “emekli” hayatı yaşamak yani yazı başlığında belirtildiği gibi “yan gelip yatmak” ya da finansal bağımsızlığın verdiği güçle gerçekten ne istiyorsam onu yapabilmek.

    Evet, finansal bağımsızlık size seçme özgürlüğü sunar. Gerçekten ne istiyorsanız onu yapabilmenizi sağlar.

    “Bugün paraya ihtiyacım olmasa neyi yapardım” sorusuna verdiğim dürüst cevap beni finans alanında yüksek lisansa yönlendirdi.

    Yapmaktan çok da keyif almadığım AR-GE işlerini bırakıp; çocukken teletex ekranlarını takip etmemi, üniversitedeyken ders yerine matriks ekranına bakmamı, eski işlerimde çalışırken arta kalan zamanlarımda bilanço okumamı, hafta sonları gezmek yerine keyifle şirket/sektör araştırmaları yapmamı teşvik eden sevgi ne ise bunu meslek hâline getirmeye karar verdim.

    Portföy yönetimi işini profesyonel olarak yapıp Türkiye’deki sermaye piyasalarının biraz olsun gelişmesine katkı sağlamayı, kendi yatırım anlayışımla hem kendime hem de doğup büyüdüğüm bu ülkeye daha fazla yararlı olabileceğimi düşünerek “yan gelip yatmayı” erteledim.

    İnsan zaten sevdiği işi yaparken çalıştığını hissetmez, benim finansal bağımsızlığım bana bu özgürlüğü verdi.

    En üretken zamanlarımızda bir köşeye çekilmenin hem kendimiz için hem de toplum için biraz bencilce olduğunu düşünüyorum.

    Maalesef toplumumuzda çoğu insan sevmediği işlerde çalışarak hem kendi ömürlerini boşa tüketmekte hem de ülke ekonomisine ve gelişmişliğine yeterli katkıyı yapamamakta.

    Halbuki sevdiği işi tutku ile yapan insanların nasıl da başarılı olduklarını hem kitaplardan hem de filmlerden izleyerek görüyoruz. Öyle bir ülke düşünün ki nüfusunun çoğu sevdiği işi yapsın. Sizce hangi koşullarda olurduk?

    Maalesef ülkemizin mühendisi de doktoru da zamanında üniversite sınavında yüksek not aldı diye bu bölümlere yerleşip bu işi yapmakta. Sizce işini pek de sevmeyerek yapan bir mühendis mi ülkemizin gelişmişliğine katkı yapar, yoksa heykel ya da resim yapmaktan çok keyif alarak bunu meslek haline getirmiş bir mühendis mi?

    Toparlarsak

    İşte, eskaza istemediğiniz bir işi zaruri olarak yapıyorsanız finansal bağımsızlık size zincirlerinizi kırmanızı sağlar. Bunu bir emeklilik olarak görmekten ziyade finansal olarak bağımsız olup istediğiniz işi yapmak hem size hem de toplumumuza daha fazla yarar sağlayacaktır.

    Bu yüzden tasarruflarımızı ve yatırımlarımızı gerçek özgürlüğümüz için yaparken bir yandan da ülkemizin gelişmiliğine katkı yapmış olmak için yapmaz mıyız?

    Bana göre finansal bağımsızlık emeklilikten ziyade insanın seçme özgürlüğüne sahip olması. Sizce?

  • Nasıl finansal olarak bağımsız oldum?

    Herkese esenlikler! Bu yazıda beni finansal olarak bir süreliğine de olsa özgür kılan süreci, yaptıklarımı ve neden bu yolu seçtiğimi aktarmaya çalışacağım. Konu hakkındaki yazıyı yazacağımı söyleyeli 2 ay olmuştur fakat o kadar yoğunum ki ironik olarak ayrıldığım işi yaparken kendime daha fazla vakit ayırıyordum… 🙂

    Öncelikle, beni bugün geldiğim noktaya hazırlayan süreçten kısaca bahsetmek istiyorum. Her ne kadar hakkımda kısmında biraz bahsetmiş olsam da yazıya girişte yararlı olacaktır.

    Al-sat zamanları

    Yaklaşık 6-7 yaşımdan beri babamın da hisse senetlerine yatırım yapmasından dolayı hisse senedi piyasaları ile hep ilgilendim. Yaklaşık 15 yaşımda legal olarak hesap sahibi olamayacağımdan, babamın yatırım hesabından ilk alımımı yaptım. Yanlış hatırlamıyorsam Boyner’in hisse senetlerini almıştım. 🙂 15 yaşında Cem Boyner’e ortak olmak hiç de fena değildi… Fakat ben o zamanlar hisse senetlerine ortak olmaktan ziyade onları günlük al-satlarla kazanç elde edilebilecek bir araç olarak görüyordum. Bu 20-22 yaşlarına kadar da devam etti…

    18 yaşımı doldurduğumda babam bana piyasaya girmem için 5000 TL vermişti 2008 krizi sonrasında piyasaya resmi olarak girmiş oldum… Babam bu toplu parayı verirken, ev kiram haricinde bir daha herhangi bir harcamaya karışmayacağını da söylemeyi ihmâl etmemişti. 🙂 İkinci öğretim olmamın da vermiş olduğu rahatlıkla gün boyu işlem yapıyordum. Kriz sonrası olmasından da kaynaklı şansım yaver gitti. Bir öğrenci için hiç de fena olmayan kazançlar elde ettim.

    Yatırıma yönelişin ilk tohumları

    Hatta borsa vesilesi ile tanıştığım bir dostum -ki kendisi ile şu an bambaşka kulvarlardayız o bir spekülatör ben ise yatırımcı olma yolunu seçtik- o zamanlar Altınyıldız şirketinin bilançosunu incelediğini -sanırım son incelediği bilanço hâlâ odur 🙂 – şirketin şimdilerin Metro City AVM lokasyonundaki arazisinin değerini hesapladığını ve şirketin baya kelepir olduğunu söylemişti. Hakikaten de bakıldığında o zaman 3 lira olan şirketin 20 lira olmaması için hiç bir engel yoktu. Ben bu hisseden de bir laptop parası çıkarıp çıktım. Daha sonra bu hissede dursaydım öğrenci halimle araba parası çıkaracaktım orası ayrı.

    Sanırım bu, acı bir şekilde uzun vadeli yatırımın önemini gösteren bir tecrübeydi. O hisse senedini takip etmiş olanlar bilir. Düşünüyorum da Cem Boyner, o zamanın hissenin hâkim adamı Barış Tansever bize gayet güzel paralar kazandırmış. Buradan teşekkürlerimi sunuyorum. 🙂

    Her ne kadar al-sat işinden güzel paralar kazanmış olsam da çok da güzel paralar kaybettim. Çevremde ben de dahil kim al-sat yapıyorsa hep başladığı yere geri dönüyordu ki, şimdilerde trading algoritmalara karşı daha zor.

    Al-satçılıktan iş ortaklığına evriliş

    Okul bitince bir işe girdiğimde ki bu 2012’li yıllara tekabül eder, ben çoktan Warren Buffet, Graham gibi şahıslarla tanışmıştım. Al-sat anlayışından kurtulup portföyümü yatırım anlayışına göre oluşturmam gerektiğini anlamıştım. Artık elimde, önceden gelen bir sermaye ve üstüne işimden gelen gelirleri yatırıma yöneltecektim bu yüzden de yatırım anlayışımı oturtmam o yıllarda çok önemliydi.

    2012 yılında Ereğli, Armada Bilgisayar, Aksa gibi şirketleri toplamaya başladım, şirketler o kadar ucuz, faizler o kadar düşük ben de kendimden o kadar eminmişim ki bankaya gidip çekip ödeyebileceğim ne kadar kredi varsa çektim. Burada bir parantez açmak istiyorum, kredili alımı kesinlikle tasvip etmiyorum. Kendinizden her ne kadar emin olsanız da sabır, soğukkanlılık herkeste bulunan bir meziyet değil bu yüzden benim şansım yaver gitti diyelim…

    Ereğlileri 1.5 liralardan, Armada Bilgisayarı 1.60 lira civarlarından topladım, bunlar düzeltilmemiş yani temettü ve sermaye artırımı vs düşülmemiş hâlidir, Aksa’yı da yine o zamanın 5-6 liralarından topladım. Armada konusunda biraz şansım yaver gitti denilebilir, Armada’yı aldığım günün ertesi günü patron alım kararı açıkladı, patron alınca ben de bu arkadaş bir şey biliyordur diye alımlarımı artırdım derken bir de baktık ki Armada Bilgisayar satıldı, Yanılmıyorsam 5 liralarda yeni sahiplerine devrettim, çünkü Armada’da kendimi işin sahibi değil hissenin sahibi gibi görüyordum, distribütörlük işi bana göre değildi.

    Buraya kadar olan yazdıklarım  şu ana kadar özellikle hisse senedi alım satımlarımı paylaşmama prensibimi ezip geçti. 🙂 Bu sayfayı okuyan insanların biraz da edebiyattan ziyade direkt olarak hikâyeyi görmesini istedim diyelim…

    Sürekli sermaye artırımı

    3 yıl Ankara’da çalıştıktan sonra yeni işime geçtim buraya da geçer geçmez yine hisselerin çok ucuz olduğunu düşünüp yine kredi çekerek sermayemi artırdım ve bana ucuz gelen hisse senetlerini aldım. Yine şans mı dersiniz bilmem ama endeks krediyi çektiğim zamanlarda 75xxx seviyelerindeydi ve daha sonra 120xxx seviyelerine gitti bense bu sırada uzun vadeli hisselerim doyum noktasına geldiğinde satıyor, geri çekilmelerinde tekrar alıyordum.

    Bu noktada Buffett ile ayrılıyoruz, ben hisselerimi ömür boyu satmadan tutmuyorum,  hesaplarıma göre o günün eder fiyatına şirketim gelince en azından yarısını verip hisse fiyatı ederinin en azından %30 aşağısına geldi mi alımlarıma tekrar başlıyorum, açıkçası bu anlayış beni endeks 75xxx seviyelerinden 120xxx seviyelerine çıkarken endeksin çok üzerinde getiri elde ettirdi. Endeksin bu performansına karşılık benim portföy getirim bileşik getiri etkisi ile 3 senede yıllık ortalama %60 bileşik getiri elde ederek toplamda %400-420 gibi bir getiri elde ettim.

    Bu süre zarfında İsdemir gibi Soda gibi daha geçen sene kimsenin yüzüne bakmadığı ama saçma sapan fiyatlarla gel beni al diyen bir çok şirketten çok güzel kazançlar elde ettim. Zaten o zamanlar kimsenin ağzına almadığı şirketler bu günlerde herkesin dilinde olunca hisse fiyatlarını da görüyorsunuz…

    Kısacası herkesin o hisse hakkında konuşmaktan kaçındığı zamanlarda o şirketin temelleri iyiyse o şirketten çok iyi kazançlar elde etmemeniz zor. Yine aynı şekilde artik o hissenin etrafta konuşulmaya başladığını görüyorsanız iyi ihtimalle o hisseden çok az kazanç elde edersiniz.

    Satın alınan özgürlükler

    İşin hikâye kısmını geçersek, son çalıştığım firmam Türkiye’nin en büyük firmalarından biri olsa da, iş/özel hayat dengem her ne kadar iyi olsa da yaptığım iş bana göre değildi. Ben rakamları seviyor, her akşam eve gelip saatlerce bilanço okumaktan keyif alıyordum. Bu süreç 2012’de girdiğim ilk işimden beri devam ediyordu.

    İş hayatına başladıktan sonra hobi edinmek için neler yaptıysam bana hiç biri mali tablo okumanın, şirket incelemenin, öğrendiklerimden ve bilgi birikimimden kazandığım para kadar keyif vermedi. Böyle olunca da “madem bu işi bu kadar seviyorum, ömür boyu mühendislik alanında çalışmaktansa neden sevdiğim işi yapmıyorum?” diye düşündüm.

    Şimdi burada yine parantez açmak gerekirse şu an hangi şirkete gidip bir beyaz yakayı dinleseniz çoğu size yaptığı işten keyif almadığını, bazı sabahlar neden o masada oturduğunu sorguladığını söyleyecektir. Fakat bu insanlar düzenli işlerinden gelen paraları o kadar güzel yemektedirler. Bu para onlara o kadar tatlı gelmektedir ki o sevmedikleri işten kurtulmak için birikim ve yatırım yapma fikri hiç akıllarına gelmemektedir. Her biri o hafta sonu Avrupa’nın hangi şehrine gideceğini düşünmektedir.

    Hafta sonu nereye gideceğinizi düşünmek, o şirkette hangi koltuğa geleceğinizi düşünmek 10 yıl sonra yapmak isteyeceğiniz şeyleri yapamamanıza neden olabiliyor… Kapitalist dünyada şirketlerin genel olarak yaptığı da size belli bir para verip hayallerinizi satın almak değil mi zaten?

    Özgürüm, biraz para yakma zamanı!

    Bense daha fazla hayallerimi satamayacağıma karar verip o ana kadar yaptığım birikim ve bu birikimleri aktardığım hisse senetlerimin bana verdiği özgürlüğe dayanarak işimden ayrılmış oldum. Hem kendi portföyümü hem de ileride bana güvenecek insanların portföylerini daha profesyonel bir şekilde yönetebilmek için Finans yüksek lisansına başladım.

    Okul masraflarım, yol masraflarım derken aylık 10.000 TL gibi bir miktarı, daha uzun vadeli bir yatırım için, en iyi yatırım olan eğitimim için harcamaya karar verdim. Bana bu fırsatı sadece öğrendiklerim, birikimlerim ve yatırımlarım verdi.

    Yıllardır harcamalarımdan kıstıklarım, yapmış olduğum fedakârlıklar olmasa sanırım ömür boyu sevmediğim bir işe mahkum kalacaktım. Hiç bir zaman yaşayabileceğim hayatı, satın alabileceğim arabalardaki gösterişli hayatı yaşamadım. Elime geçen üç kuruşla patronumdan daha iyi arabalara binmedim fakat özgürlüğümü satın aldım.

    Şu an eğitimimin 3. ayı, program ise yaklaşık 1 yıl sürmekte, aldığımız dersler, tanıştığımız hocalar o kadar değerliler ki, her geldiğim gün ne kadar iyi bir karar verdiğimi anlıyorum. Bu işin sonunda neyle karşılaşacağımı bilmesem de öğrendiklerimden keyif alıyor, her aldığım derste aslında ne kadar da bilgisiz olduğumu görüyorum.

    Bu program bittiğinde de sevdiğim işi profesyonel anlamda yapma fırsatını bulacağım. Bana bu fırsatı sunan tüm şirketlerime çok teşekkür ediyorum… 🙂

     

     

     

  • Finansal Bağımsızlık Üzerine

    Herkese selamlar! İlk yazım tabii ki de güncel hayatta çevremdeki insanların başının etini yediğim hisse senetlerine yatırım yaparak elde edebileceğimiz “finansal bağımsızlık” hakkında olacaktı! 🙂

    Para ile ilgili herkesin en az bir kere duymuş olabileceği bir Albert Camus yorumu var. Kısaca; kendisi parasız mutlu olunamayacağını, ömrümüzün para ile zamanı satın almamız gereken zamanlarında para için zamanımızı sattığımızdan bahsetmektedir. Yorumunu  “Para varsa zaman da vardır, zaman satın alınabilir ” diye bitiriyor.

    Günümüz yaşam döngüsü doğum-eğitim-iş (şansınız varsa) biraz da emeklilik çerçevesinde.

    7 yaşında başlayıp yaklaşık 20-22 yaşlarında biten eğitim süremiz daha iyi şartlarda zamanımızı satmamız için kurgulanmış bir tiyatrodan ibaret. Esasında bu 15 yıllık eğitim hayatının ne kadarı verimli geçiyor ne kadarı kayıp zaman bu da başka bir yazının konusu olabilir. 🙂

    Okulu bitirdikten sonra eğer doğuştan zengin bir birey olarak dünyaya gelmediysek, özenle hazırladığımız özgeçmişlerimizi, zamanımızı satmak istediğimiz iş yerlerine dağıtıp daha sonra yine eğer şanslı isek(!) günümüzün en az 10 saatini hiç de kabul edilebilir olmayan bir paraya satarak çalışmaya başlıyoruz. Bu noktada işini çok severek yapan insanları bir kenara ayırmak gerekir, onlar için doğal olarak yaptıkları iş “zaman satmak”tan çok bir hobi gibi olabilir.

    20’li yaşlarda başlayan çalışma serüveni bize reva görülen 65 yaşlarında bitiyor. Yaklaşık 45 yıl boyunca çok da sevmediğiniz bir işte çalışmak, terfi almak için çabalamak… Bu sayede daha fazla ihtiyaç yaratıp bunları edinebilmek için yine aynı hızla çalışmak… Ta ki çalışamayacak duruma gelene kadar. Bunların hepsi bir kısır döngüden ibaret. Hayatımızın %65 ini çalışarak geçirmek hiç adil değil. Değil mi? Üstelik ortalama yaşam süresi dünyada 71 Türkiye’de ise 75 iken.

    Peki ne yapmalı?

    Finansal bağımsızlık tam da burada devreye giriyor. Çalışarak kazandığımız parayı her ay havadan kazansak çalışır mıydık? Sanırım insanların %90’ı bu soruya “hayır” cevabını verecektir. Peki bu nasıl sağlanır? Yani finansal olarak bağımsız nasıl olunur?

    Tüketim toplumlarının hepsinin karakteristik bir özelliği var. Kazandığı gelir ne ise onu harcamak. Şimdi bir örnek üzerinden ömür boyu çalışacak bir kişiyi inceleyelim:

    A kişisi yeni bir mühendis olarak aylık geliri 3000 TL olsun. Bu kişi tüm harcamalarını gelirine göre yaparak, hatta çoğumuz gibi kredi kartları, krediler vasıtasıyla gelirinden daha fazla harcıyor olsun. 5 yıl sonra terfi alan bu kişinin geliri 6000 TL olsun. Bu kişi zaten daha az maaş alırken bile gelirinden fazla harcarken 6000 TL aldığında da zaten ancak önceki standardında yaşayacak veya en iyi ihtimalle kredi kartlarını, kredileri kullanmayı bırakacak.

    Üstteki örnekteki kişi geliri ne kadar artarsa artsın sürekli geliri kadar harcayacak. Babil’in En Zengin Adamı kitabında, çok zengin olan bir kişiye nasıl bu kadar zengin olduğu soruluyor. Kendisinin cevabı; her yıl kazandığı altınların %10’unu tasarruf olarak kenara koyduğunu, bu altınları kendisi için çalıştırdığını daha sonra da çalıştırdığı altınların da yeni altınlar getirdiğini bu şekilde kısaca bileşik getirinin gücü ile nasıl zengin olduğu oluyor. Yani güzel bir elbise almak, güzel bir araba almak, gelir ne kadar artarsa o kadar lüks içinde yaşamak, ona göre insanın kendisi için çalışması değil, alış veriş yaptığı yerler için çalışması oluyor.

    Kısacası siz eğer kazandığınız paranın tamamını bir yerlere harcarsanız, harcama yaptığınız yerler için çalışmış oluyorsunuz. Kazandığınız paranın bir kısmını tasarruf yaparak bu parayı da çeşitli yatırım mecralarında veya herhangi bir iş koluna yatırım yaparak kullanırsanız o parayı kendiniz için kazanmış oluyorsunuz. Buradan anlaşılacağı üzere kendiniz ve AVM için yapılan harcamaları keskin bir çizgi ile ayırmak gerekiyor.

    Bileşik getirinin gücü

    Şimdi her ay gelirinin %10’unu tasarruf yapıp bu parayı da örneğin hisse senetlerine yatırım yapan B kişisini düşünelim:

    B kişisi aylık 3000 TL olan maaşı ile tasarruf yapmaya başlasın. Bu kişi bir ayın sonunda 300 TL biriktirip bununla “x” hisse senedini 1 TL’den almaya başlasın ve hisse fiyatının da her yıl %12 arttığını farz edelim ki hisse senedi bazında alım gücünün azaldığını da göz önüne alalım. Yine bu “x” hisse senedinin, hisse senedi fiyatı üzerinden %6 temettü verimliliği olsun. Böylece yaklaşık yıl sonunda 6 Kr temettü vermiş olsun. Bir sonraki yıl bu kişi temettü ile aldığı hisse senetlerinden de temettü alacak, bu döngüyü sürekli devam ettirdiği sürece tam da Babil’in en zengin adamının bahsettiği şekilde altınları onun için yeni altınlar doğurmaya ve o altınlar da onun için çalışmaya devam edecek! 🙂

    20 yıl boyunca B kişisi bu döngüyü devam ettirdiğinde 20. yılda temettüler ile aldığı hisse senetleri ve o hisse senetlerinden gelen temettülerden aldığı hisse senetleri ile beraber  biriktirdiği hisse senetleri derken ortaya aşağıdaki gibi bir durum çıkıyor. 🙂

     

    Sabit hisse senedi yatırımı + gelen temettülerin de geri yatırıldığı varsayım-1

    Sonuç!

    20 yılın sonunda portföy büyüklüğü 463.000 TL olup ortalama yıllık enflasyonu %8 baz alırsak; 20 yılın sonunda elimizde günümüzün parası ile 100.000 TL olmakta.yıllık temettü gelirimiz ise enflasyon farkını düştükten sonra 5000 TL olmakta. Yani bugün her ay yatırmış olduğunuz 300 lirayı 20 yıl sonunda her ay, aylık yatırdığınız paranın neredeyse 1.5 katını temettü olarak alıyor ve bankanızda sizin için çalışmakta olan 100.000 TL gibi bir portföye sahip oluyorsunuz.

    Şimdi de bu B kişisinin toplumdaki çoğu birey gibi işe girer girmez kendisine orta sınıf bir araba aldığını düşünelim. 20 yaşından 25 yaşına kadar çalışıp edindiği bu arabanın 100.000TL olduğunu farz edelim. B kişisi 100.000 TL gibi bir parayı arabaya değil de başlangıç sermayesi olarak hisse senetlerine yatırım yapsa ve ayrıca aylık 300 TL de tasarruf yapsa ne olurdu?

    100.000 TL sermaye + sabit hisse senedi yatırımı + gelen temettülerin de geri yatırıldığı varsayım-2

     

    Görüldüğü üzere 20 yılın sonunda B kişisi 45 yaşında, yaklaşık 2.7 milyon TL portföy büyüklüğüne enflasyon farkını düştükten sonra ise bugünün parası ile yaklaşık 580.000 TL portföy büyüklüğü ve yine yıllık temettü miktarı olan 140.000 TL’nin enflasyon farkını düşünce de bugünün parası ile 30.000 TL gibi yıllık temettü almakta. Bu da neredeyse yatırım yapmaya başladığı zamandaki yıllık gelirine denk demek!

    Yani orta sınıf bir arabadan vazgeçip üstüne her ay aylık gelirinizin sadece %10’unu hisse senetlerine yatırıp buradan gelen temettülerle de hisse senedi alırsanız 20 yıl sonra elinizdeki para sizin için bugün ne kazanıyorsanız onu kazanacak! 🙂

    Ayrıca bu hesaplamaların hisse senedi fiyatlarının ve hisse başına düşen temettü artış oranlarının minimum düzeyde tutularak yapıldığını hatırlatmak isterim. Normalde örneğin Ereğli Demir Çelik firması, 20 yıldaki hisse senedi fiyat artışı bileşik olarak %35’tir. Hadi bu orana güvenlik marjı koyalım ve %20 yapalım. Bu durumda 20 yıl sonunda elimizdeki para enflasyon farkı sonrası 2 milyon TL. Yıllık temettü gelirimiz de enflasyon farkı sonrası 100.000 TL olmakta. Bu da B kişisi olan mühendisin 20 yıl sonra maaşlı bir işten kazanabileceği paraya denk. 🙂

    Ne dersiniz? Sizce de her insanın kendisine sorması gereken soru şu değil mi: Gerçekten almak istediğim o “şey” özgürlüğümü ertelemeye değer mi?

    Yorumlarınız ve geri dönüşleriniz beni çok mutlu eder. Okuduğunuz için teşekkür ederim! 🙂

    Not : Tabloları kendi şartlarınıza göre uygulamanız için tabloyu hazırladığım sitenin linki : Tık->